Ne ki turuncu tomurcuğu yağmurun değirmeninde çekilmiş sözler patlamış dudaklarımızda
uzun uzun sazlar büyüyor kuşlara baka baka
ufku seyrimize rüzgarını yetiştirmiş dirençli tellerde parlayan kıvrım kıvrım güneş
hele bir üç beş gün geçsin
yeşiller içinde saklı çağlaları tuzlayacak özlemim
suyun kuru yatağında yükselişine söylenecek türküler var
ne ki susmak şarkın büyük çıbanı
genzimizde sorgudan kaçmış harfler bitişiyor birbirine
öyleyse bütün dillerini öğrenmeli şarkın
kelebekler göçüp gitmiş
üstüne ay çırpıntısı damlalardan karanlık çekilmiş
taşlara kanla çentilmiş
– se bile
ölü ezgilerin
ne ki şimdi boş mezarları
kimseye sormadan kalkışmışlar
mutlu bir yanlışlığı öpmek, başka ağzın ıslağında hatırlamak için unutulanı
yaşamak için yeniden istedikleri şeyler olarak
uzun kollu bir maymun, bir arı, gümüş bir tespih, bir düdüklü tencere düdüğü, karanlık bir sokak olarak
dünyanın hep döndüğü ve
öldürdüğü yerde yine dimdik
ne ki asma yaprakları şimdiden şarap kokuyor
hiç böyle olmazdı bu mevsimde buralar
zeytinliğin ardında çoktan birikmeliydi tanrı çobanları sürüleriyle
oysa başıboş dolaşıyor keçiler kekik kokularının peşinde
kuzular analarını emiyor vakitsiz
ne ki ben tanrısız kalınca tahta putlara değil denize uzamış gölgeyi yontan ağaçlara tapıyorum
galiba sonuna geldik yaşanacak çağların
galiba bu çavlandan döküleceğiz bahara…
12,04,19